Kitap Hakkında:
Prof. Zafer Toprak klasikleşmiş çalışması Türkiye’de Millî İktisat’ın 30. yıl özel baskısı
Prof. Zafer Toprak klasikleşmiş çalışması Türkiye’de Millî İktisat yayımlanışının 30. yılında gözden geçirilmiş ve genişletilmiş baskısıyla okurlarla buluşuyor.
Türkiye tarihinin kırılma noktalarından biri olan II. Meşrutiyet (1908) ekonomik ve toplumsal birçok değişim ve dönüşüme sahne oldu. İttihat ve Terakki yönetimi iktisadi ve toplumsal alanda aktif rol oynadı. Başta özgürlükler ve ekonomik liberalizmi savunan yönetici kadro, Balkan Harbi ve hemen ardından başlayan Cihan Harbi’yle ülkeyi savunma kaygısını öne çıkarıp daha baskıcı, ekonomik açıdan içe kapalı bir siyaset gütmeye başladı. Milli iktisat, hem Müslüman bir orta sınıfın yaratılması, hem de savaş ekonomisi içinde ülkenin iaşe sorununu, para politikasını, sanayileşmesini çözmeye yönelik bir çözüm olarak gündeme geldi.
Zafer Toprak, bu kapsamlı çalışmasında dönemin iktisat politikasını, birincil el kaynaklarla ve ayrıntıyla ele alıyor. Osmanlı’nın son döneminde bankacılık, para politikası, millî şirketler, kapitülasyonlar gibi temel konular çerçevesinde dönemin iktisat tarihini inceliyor. Basında çıkan tartışmalarda zamanın ruhunu ortaya koyuyor.
Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş baskısıyla Türkiye’de Milli İktisat, Osmanlı tarihiyle ilgilenenler için kapsamlı ve değerli bir referans kitabı.
Kitaptan:
“Millî iktisat” aynı zamanda “üniter” bir yapıya yönelişi simgeliyordu. Osmanlı, ulusal pazar bağlamında bir bütünlüğe sahip değildi. Ülke birbirinden bağımsız ekonomik bölgelerden oluşuyordu. Bunlar arasında bir bağ yoktu. Ülke Osmanlı kimliğini pekiştirecek, ona ulusal bir bütünlük kazandıracak güçte bir iktisadî yapıdan yoksundu. İmparatorluğun dış siyasal ve iktisadî ilişkileri Osmanlı kimliğinden çok, bu topraklardaki alt kimliklere sesleniyordu. Bu siyasal bağlamda da geçerliydi. 19. yüzyılda Fransız Devrimi’nin yeşerttiği liberal düşünce alt kimliklere özgürlük vaat ediyordu. Yerel ve kültürel kimlikler, dil ve din ayrışması Osmanlı mozaiğini ön plana çıkarıyordu. Ortak payda oluşturabilecek bir iktisadî-toplumsal yapının Batı karşısında güçsüzlüğü, uzlaşmadan çok ayrışmaya prim tanıyordu. Değişik dil, din, kültür ve coğrafyadan gelen Osmanlı “vatandaş”ı şizofrenik bir bunalım içersindeydi. İçerden kendisine “Osmanlılık” telkin edilirken cemaat bünyesinde ve dış çevrelerde farklı kimlikler ön plana çıkarılıyordu. “Osmanlı milleti” bir avuç aydının gündeminde yer alıyorsa da, gerçek anlamda bir kimlik teşkil etmiyordu. Gayrimüslim Osmanlıların kendi cemaatleri vardı. “Cemaat” her zaman “cemiyet”e üstün geliyordu. Cemaatlerin her biri o gün için bir “millet”ti. “Millet”ler çoğu kez “düvel-i muazzama”nın koruması altındaydı. Osmanlı yönetimi buna boyun eğiyor, sınırlı egemenliği kabullenmekten başka çözüm bulamıyordu. Osmanlı toplumu “Müslüman” ve “anasır-ı gayrimüslime ya da “milel-i gayrimüslime” şeklinde ayrışıyordu. “Anasır” unsurun, “milel” ise milletin çoğuluydu. Osmanlı bir “cemaat” topluluğuydu. “Cemaat”ten “cemiyet”e geçiş, sancılı bir süreç olacaktı.