Kitap Hakkında:
“Bir köprünün üzerinde duruyorum ve hiçbir yere ait değilim.”
Fatih Akın’la sinematografik bir yolculuk
Dünyaca ünlü yönetmen Fatih Akın, sinema yaşamının ve bugüne dek çektiği tüm filmlerin öyküsünü, “Sinema, Benim Memleketim” adlı otobiyografik kitabında anlatıyor.
Hamburg’da gurbetçi bir ailenin çocuğu olmasından, ilk gençlik yıllarında Akın’ın üyesi olduğu çetelere kadar özel yaşamı hakkında ilginç bilgiler içeren kitap, sinemaseverleri, ünlü bir yönetmenin kişisel dünyasında keyifli bir yolculuğa çıkarıyor. Ancak Fatih Akın bu yolculuğu sadece kişisel dünyasıyla sınırlamayıp, çok sayıda filmden verdiği referanslarla çok daha geniş bir perspektife taşıyor. Anlattıklarıyla, sinemayı neden memleketi olarak algıladığına ışık tutan Akın’ın kitabını, sinema tarihinde yapılan zevkli ve öğretici bir yolculuk olarak nitelemek de mümkün.
“Yasak olan her şey beni çekiyordu. Bunun dışında bir yerlere ‘ait olmak’ gerektiğine inanıyordum. Bir çeteye üye olmak insana güç duygusu veriyordu” diyen Fatih Akın, gençlik dönemini şu sözlerle dile getiriyor:
“Hamburg’un suç oranı en yüksek sokağında oturuyorduk. ‘Türk Boys’ çetesine kabul edilmiştim, kısa deri bir ceket giyiyor ve saçlarıma bol bol jöle sürüyordum. Çete için acayip aykırı biriydim: ‘Hey kanka, sen hâlâ liseye gidiyorsun, annen de öğretmen.’ Çete üyeleri kütüphanede buluşuyordu, ben de iki farklı yaşam biçimini bir arada götürüyordum: Önce ödünç aldığım kitapları ustalıkla saklıyor, miyop olduğum için taktığım gözlüklerimi çıkarıyordum. Bir çete üyesi gözlük takmaz ve kitap okumazdı.”
Kitaptan
Çekimlerin ilk haftasında nasıl bir çılgınlığa kalkışmış olduğumu anladım. Maceo Parker’ın “Fabrika”daki konseri sırasında çekim yapıyorduk. Ses kontrolünü çift kamerayla kaydettik. Konser başlayınca, insanlar evlerine gidinceye dek, ekip halinde beklemeye çekildik. Mehmet Kurtuluş aslında Birol’a göz kulak olmakla görevlendirilmişti. Aklından neler geçti, bilmiyorum, belki de Birol’u sakinleştirmek istiyordu, her neyse, ikisi birden sarhoş olmuştu. Daha sonra, yeniden çekim yapmak istediğimizde, Birol kendisine verilecek herhangi bir talimatı izleyecek durumda değildi. Onunla ve eve giden izleyicilerle bir sahne daha çekmek zorundaydık. Bunlar ücretli figüranlar değildi, buna paramız yetmiyordu, bu yüzden gerçek kişilerle çekmek istedik. Ancak tekrar çekimi için başa dönmeyi de talep edemezsin – ya şimdi çekersin ya da asla! Birol sabah giydiği tişörtü üzerine geçirmeyi reddediyordu, süreklilik falanmış, adam sen de!
***
Solino’da çekim süreci çok güzeldi, bunun sonucunda eli yüzü düzgün bir film ortaya çıktı. Pek sıkıntı çekmedim. Burada durum tam tersiydi: Boğazımıza kadar sıkıntıya gömüldük, duygusal bir deprem bölgesinin ortasında kaldık. Birol Ünel zor bir kişilikti, Sibel Kekilli’nin deneme çekimleri pek de umut verici değildi. Yapımcılar ikisini de istemiyorlardı.
***
Zor insanlara karşı her zaman bir zafiyetim vardı. Bu film içtenlik ve kendini yok etme üzerineydi, senaryoyu Birol Ünel için yazmıştım. Wüste Film, filmi kesinlikle onunla çekmek istemiyordu. Birol’un sağı solu belli olmaz diye adı çıkmıştı ve halihazırda bir yapım şirketini batırmıştı. Ralph ve Stefan bana eğer filmde oynarsa yol açacağı her zararı karşılamak zorunda olacağımı söylediler. Birol ya çekimlerin yarısından sonra bir daha gelmezse ne yapardım? Sırtımda bir milyon avroluk borçla evimin yolunu mu tutacaktım?