Barkod: 9786050909357
Sayfa Sayısı: 348
Ebat: 13.5 x 19.5 cm
Yayın Tarihi: Eylül 2012
Kategori: Romanlar
Orijinal Dili: Türkçe
Seslendiren: Cihad İlbaş
Süre: 9 saat 48 dakika
CENNETİN KAYIP TOPRAKLARI Yüzyıla yayılan, üç kuşağın öyküsü Yavuz Ekinci ikinci romanı Cennetin Kayıp Topraklarında, üç kuşağın “coğrafya kaderdir” dedirten hikâyesini anlatıyor. Yaşadıkları coğrafyanın acılarına hapsolmuşların, aile olmanın ölümcüllüğünü taşıyanların ve cennetin gelmesini yüzyıllarca bekleyenlerin hikâyesi bu. Yerinden yurdundan edilmiş, dilinden, dininden, kimliğinden, insanı insan eden her şeyden yoksun bırakılmış Almast’lar, aynı yazgıyı “başka bir dil”de okumak zorunda bırakılmış oğullar ve torunlar Cennetin Kayıp Toprakları’na doğru bitmeyen yolculuğa çıkıyor. Yolculuğun sonunda ise doksan yıl sürmüş, kalp ile dudak arasına sıkışmış bir aşk var. Yavuz Ekinci’nin gitgide yetkinleşen anlatımıyla etkili bir roman Cennetin Kayıp Toprakları. Kitaptan: Oysa adını tıpkı kocam Hasan’ın salavat getirdiği gibi içimden tekrarlayıp dururdum her gece. Öyle ki kimi geceler nefesimi bile “Aram! Aram!” diye aldığım oluyordu. Fakat bunca yıldır ne hiç kimse kanayan yaramı ne de yüreğimde durmadan büyüyen ve içimi yakıp kavuran bekleme çölümün kuraklığını görebildi. Aram, sen tiksinerek baktığım çeyizimde, başımı yaslayıp daldığım kenarı işlemeli yastığımda, pencerenin önüne kurulup baktığım ovada, her sonbaharda elbiselerimin arasına koyduğum narda, saf bir umutla açtığım kapının kolundaydın. Sen her yerdeydin ve hep yanımdaydın. O huzursuz ve bitmeyen gecelerde Hasan sırtını ceset gibi bana dönüp ağzı açık horlayarak uyurken, ben yerimden silkinip, yaz güneşinin altında şişen ve pis kokan zehirlenmiş bir ineğin leşine bakar gibi iğrenerek ve tiksinerek bakıyordum ona. Sırf bana sarılıp uyumasın diye çoğu geceler ondan kaçarak gidip yaşama umudum olan zavallı oğlum Mirza’ya sarılıyordum. Yataktan kaçıp Mirza’ya sıkı sıkı sarıldığım o gecelerde hayallerden birinin gelip beni alıp götürmesi için saatlerce tavana bakıp beklerdim. Bütün bu gecelerde oğluma o kadar çok sarıldım ki zamanla o da benim gibi içine kapanık, korkak, ürkek, üzgün, huzursuz ve suskun birine dönüştü.
CENNETİN KAYIP TOPRAKLARI Yüzyıla yayılan, üç kuşağın öyküsü Yavuz Ekinci ikinci romanı Cennetin Kayıp Topraklarında, üç kuşağın “coğrafya kaderdir” dedirten hikâyesini anlatıyor. Yaşadıkları coğrafyanın acılarına hapsolmuşların, aile olmanın ölümcüllüğünü taşıyanların ve cennetin gelmesini yüzyıllarca bekleyenlerin hikâyesi bu. Yerinden yurdundan edilmiş, dilinden, dininden, kimliğinden, insanı insan eden her şeyden yoksun bırakılmış Almast’lar, aynı yazgıyı “başka bir dil”de okumak zorunda bırakılmış oğullar ve torunlar Cennetin Kayıp Toprakları’na doğru bitmeyen yolculuğa çıkıyor. Yolculuğun sonunda ise doksan yıl sürmüş, kalp ile dudak arasına sıkışmış bir aşk var. Yavuz Ekinci’nin gitgide yetkinleşen anlatımıyla etkili bir roman Cennetin Kayıp Toprakları. Kitaptan: Oysa adını tıpkı kocam Hasan’ın salavat getirdiği gibi içimden tekrarlayıp dururdum her gece. Öyle ki kimi geceler nefesimi bile “Aram! Aram!” diye aldığım oluyordu. Fakat bunca yıldır ne hiç kimse kanayan yaramı ne de yüreğimde durmadan büyüyen ve içimi yakıp kavuran bekleme çölümün kuraklığını görebildi. Aram, sen tiksinerek baktığım çeyizimde, başımı yaslayıp daldığım kenarı işlemeli yastığımda, pencerenin önüne kurulup baktığım ovada, her sonbaharda elbiselerimin arasına koyduğum narda, saf bir umutla açtığım kapının kolundaydın. Sen her yerdeydin ve hep yanımdaydın. O huzursuz ve bitmeyen gecelerde Hasan sırtını ceset gibi bana dönüp ağzı açık horlayarak uyurken, ben yerimden silkinip, yaz güneşinin altında şişen ve pis kokan zehirlenmiş bir ineğin leşine bakar gibi iğrenerek ve tiksinerek bakıyordum ona. Sırf bana sarılıp uyumasın diye çoğu geceler ondan kaçarak gidip yaşama umudum olan zavallı oğlum Mirza’ya sarılıyordum. Yataktan kaçıp Mirza’ya sıkı sıkı sarıldığım o gecelerde hayallerden birinin gelip beni alıp götürmesi için saatlerce tavana bakıp beklerdim. Bütün bu gecelerde oğluma o kadar çok sarıldım ki zamanla o da benim gibi içine kapanık, korkak, ürkek, üzgün, huzursuz ve suskun birine dönüştü.